Anlamlı Bağlantılar Oluşturmak
Hepimiz alışılmışın dışında zamanlar yaşıyoruz. ‘yeni normal’ diye değerlendirilen bir paradigma kırılması ile karşı karşıyayız. Ama bu sürecin bizlere kazandırdığı en önemli şeyin ‘Farkındalık’ olduğunu düşünüyorum. Bunu her birimiz hem bireysel olarak, hem de iş hayatımızda, iş yapış şekillerimiz açısından yaşadık, yaşıyoruz.. Belki de uzun yıllar sürse kabul etmekte zorlanacağımız bir değişime, direnç gösterme ihtimalimiz bile olmadan mecburen çok kısa bir zamanda yaşadığımız bu süreçte uyumlanmak durumunda kaldık.
Ancak değişmeyen bir gerçek var ki o da işletmelerimizde bize rekabet üstünlüğü sağlayacak unsurun, yetenekleri ve becerileri gelişmiş, doğru bilgiye ulaşmasını ve kullanmasını bilen, yaratıcı insan kaynağının var olması. Tam da bu noktada, farkındalığı yüksek olan ve insan kaynağının yaratıcı ve üstün yönlerini ön plana çıkarmayı başaran işletmeler çalışma koşullarını insan kaynağının istediği doğrultuda yapılandırarak başarıyı yakalayabilmekte. Çalışanların beklentisini ve onların algısını iyi analiz etmek hatta öznel iyi oluşları için aksiyonlar belirleyip bunu hayata geçirecek sistemler yaratmak, bir adım önde olmak için kilit faktör niteliği taşıyor.
Aslında sadece yaşadığımız süreç ile ilgili değil, çok uzun zamandır psikolojik sözleşmenin değiştiğini görmemiz ve kabul etmemiz gerekiyor.
‘BAĞLILIK’ dediğimizde işletmelerde her fonksiyonla ilgili ama özellikle insan kaynakları fonksiyonlarının her biri ile ilişkilendirmemiz gereken ve işletmelerde fark yaratacak en önemli kavram olarak karşımıza çıkıyor. Hatta literatürde henüz Türkçe kaynaklarda bunu pek görmemekle birlikte yabancı kaynaklarda özellikle son yıllarda basılan Human Resources Management kitaplarında her bölümün sonunda o bölümde anlatılan konuların bağlılık ile ilişkisine, bağlılık sağlayabilmek için nasıl kullanılabileceğine değiniliyor. Aslında işletmemizde bulunan her bireyin (konum, mevki, unvan fark etmeksizin) o işletmeye aidiyet duyması, gönülden bağlı olması, bir nevi örgütsel vatandaşlık davranışı sergileyerek işini yapmasını sağlamamız hayati önem taşımakta.
Bunun için de öncelikle karşımızdaki kişiyi tanımak, onunla ilgili gerçekten fikir sahibi olmak, onun isteklerini, ihtiyaçlarını, yeteneklerini, hatta yaptıklarının nedenlerini anlayabilmek, sağlıklı bir iletişim kurabilmek gerekmekte.
İletişimin en temel şartlarından biri karşımızdaki kişiyi etkili bir şekilde dinlememiz, bir diğeri ise birbirimizi anlamaya çalışmamız yani birbirimizin hikayesini öğrenmemiz diyebiliriz… Etkili dinleme becerisi için her şeyden önce anda kalmamız ve kendi önyargılarımızdan sıyrılmamız, yani karşı tarafın ne anlatmaya çalıştığını yansız bir şekilde dinlememiz gerekir. Etkili dinleme becerisi için özenli olmak, odaklanmak, açık fikirli olmak, karşınızdakini bölmemek, daha iyi anlamak için sorular sormak, anlatanın ne hissettiğini anlamaya çalışmak, duygu durumuna odaklanmak çok değerli…Ama iyi haber; etkili dinleme becerisinin öğrenilebilir ve geliştirilebilir oluşudur!
Çoğu insan zor, sert görüşmelerden, diğer bir ifade ile bu tarz iletişimden kaçınır. Hatta bu iletişimin kiminle olduğu da fark etmez eşiniz, çocuğunuz, aileniz, arkadaşınız, iş arkadaşlarınız veya yöneticiniz olabilir. Herkesin çatışmaları yönetme becerisini geliştirmesi, karşısındakini odaklanarak yani etkili dinleyebilmesi, doğru bir şekilde geri-bildirim verebilmesi ve alabilmesi, ilişkilerini nezaket çerçevesinde sürdürebilmesi odadaki fil ile güvenli bir şekilde başa çıkabilmesini de sağlayacaktır.
Peki daha derin bir bağ kurabilmek için ne yapmamız gerekir? Başka bir deyişle karşımızdakini nasıl tanırız? Herkesin bir hikayesi vardır.
Bir hikaye anlattığınızda iletişim için bir kıvılcım yakarsınız. Zamanın başlangıcından beri insanlar ‘hikaye anlatarak’ iletişim kurmuşlardır. Hatta insanların okuma ve yazma bilmediği dönemlerde bile hikayeler anlatıla gelmiştir.
Hikayelerin gücünü deneyimleyebilmek için sizinle bir paylaşımda bulunmak istiyorum: 1880’de doğan sıra dışı bir kadının hikayesi… Helen Keller, üniversite diploması alan ilk görme engelli ve aynı zamanda duyma engelli biri. Küçükken geçirdiği bir rahatsızlık sonucu böyle talihsiz bir durumla karşılaşıyor, ancak sonrasında annesinin desteği ile ve onun için bulduğu bir öğretmeni sayesinde nesneler ve harfler arasında bağlantılar kurmaya başlıyor. Öğretmeni Anne Sullivan… Bugün halen görme engellilerin kullanmakta olduğu Brail alfabesini Helen’a öğreterek karanlığa ve sessizliğe hapsolmuş bir çocuğun hayatına dokunuyor. Helen onun sayesinde yani öğretmenin yardımlarıyla üniversiteyi bitiriyor ve hayatını anlattığı bir de kitap yazıyor ve şöyle diyor;
‘Dünyadaki en iyi ve en güzel şeyler gözlerimizle görebildiklerimiz ve ellerimizle dokunabildiklerimiz değil, KALBİMİZLE hissedebildiklerimizdir.’
Bu kısa hikayeyi okuduktan sonra eminim ki sizin de kalplerinize dokundu, hatta belki bazılarınız bu başarı hakkında veya bir öğretmenin bu, hayat değiştiren dokunuşu hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istediniz. Artık unutmayacağınız bir başarı hikayesi biliyorsunuz…İşte hikayeler kalplerimize bu şekilde dokunuyor.
Bir insanı, ya da yaptığımız herhangi bir işi kalpten sevmek, kalbinizle hissetmek çok değerli. Birbirimize sevgiyle, içtenlikle yaklaşmak, yaptığımız işi aşkla yapmak, tıpkı bir annenin çocuğuna, bir çocuğun da annesine duyduğu bağ ve tutku ile davranmak aslında hayatımızı ne kadar anlamlı kılar öyle değil mi? Adeta karşımızdaki ile aramızda yer alan görünmez duvarı ortadan kaldırır.
Aslında her gün yeni bir hikayedir. Jenerasyonların arasında aktarım kaynağıdır. Çünkü hikayeler insan iletişiminde ve biliş/kavrama yetisinde merkezi role sahiptir. Hikayelerimizi paylaşarak birbirimize daha fazla bağlanırız. Bir bakıma onun dünyasına girerek karşımızdakinin kalbine bir adım daha yaklaşırız. Çünkü insan, doğası itibariyle hikayenin akışına kapılır.
Hikayeler önemlidir çünkü;
- Hikayeler evrenseldir.
- Hikayeler varoluş amacımızı bulmamıza yardımcı olur.
- Hikayeler hayata bakış açımızı şekillendirir.
- Hikayeler nasıl bilgece davranabileceğimizi öğrenmemize yardımcı olur.
- Hikayeler bilgi birikimimizi ve değerlerimizi aktarmamızda anahtar niteliğindedir.
- Hikayeler başkalarını anlamamızı ve empati yapabilmemizi sağlar.
Sizi şu soru ile başbaşa bırakmak istiyorum, ‘SİZİN HİKAYENİZ NE?’
Hayatınızda dönüm noktası olarak değerlendireceğiniz bir an, bir olay nasıl bir hikayeye çıkıyor? Her şeyden önemlisi bu hikayeniz karşınızdakilere, çalışanlarınıza, ekiplerinize nasıl bir ilham kaynağı olur? Bunu hiç düşündünüz mü? Lütfen düşünün ve hikayeleri kaybetmeyin..
Dr. Öğr. Üyesi Esma Görkem ERSOY
Yönetim Danışmanı/Çalışan Bağlılığı Uzmanı